Simplicity

"Simplicity is not a simple thing."
"Basitlik basit bir şey değildir."
Charlie CHAPLIN

4 Temmuz 2017 Salı

ONDANDIR

ONDANDIR 

Gözlerimi kapar seni görürüm
Işıkları yakar seni görürüm
Dört bir yana bakar seni görürüm
Bu dünyayı görmeyişim ondandır

Hayalinle halden hale girerim
Kah günaha kah vebale girerim
Her sevdaya senin ile girerim
Başka gönle girmeyişim ondandır

Neyin var ise ver desen veririm
Bu canımı ister isen veririm
Ben dünyama senle desen veririm
Cana kıymet vermeyişim ondandır

01.07.2017-Eskişehir
#Mülki

BERBERİN DURUMU

MİZAH HER YERDE
03.07.2017-Eskişehir

Ayda üç kere tıraşa gelen ve her defasında yüksek bahşiş veren kişinin tayininin çıkması üzerine berberden durum değerlendirmesi:

"İşten çıkarılmış gibi hissediyorum kendimi!"

24 Şubat 2017 Cuma

OTOBÜS (SEYR-İ MÜLKİ 18.11.2016)

OTOBÜS (SEYR-İ MÜLKİ 18.11.2016)

Otobüsteyim.
Bir taraf tekli koltuk, bir taraf konforlu çiftli koltuk. 
Yayılıyorsun.
Temiz, gürültü yok, sigara yok, nazik servis elemanı. 
Tv, internet, oyun vs var. 
Ama köy otobüsünün o canlılığı, kolonya ikramı, koridorda keçi, tavuk da yok. 
Bağıra çağıra dolaşan muavin de yok. 
Yer kalmadığı in motorun üstünde oturan da yok. Motor da yok. ...
Çoğu zaman lüks keyfi azaltan bir şey diye düşünüyorum

MAUK! (KÖYDEN HİKAYELER -06.12.2016)

MAUK! (KÖYDEN HİKAYELER -06.12.2016)

Bu akşam Muğla Başsavcısı değerli ağabeyim Necip Topuz'un yazdığı ve köylerdeki abartılı konuşmalardan, atılan palavralardan güzel bir örneği okuyunca ben de bizim köydeki bir olayı yazayım istedim. 

Hikayeyi emmioğlum Muhittin'in o müthiş anlatımıyla aktarmak mümkün olsa keşke.

Malum köy yerinde çobanlar en önemli kişilerden ve çoban köpekleri de en önemli hayvanlardandır:) 

Çobanların ikindi vakti koyunu yaymaya götürüp ertesi günü kuşluğa doğru eve getirene kadar dağda epeyce boş vakitleri vardır. Bu arada birbirlerine çeşitli oyunlar da ederler. 

Bir de kimin iti en yavuz onun tespiti gerekir. Bunun için birbirinden ayrı yayılan koyun sürülerinin çobanları itleri boğuştururlar sık sık. Kontrollü olarak.


İşte bir gün köyün karşısındaki Huyuk'ta iki çoban itleri kapıştırıyorlar. Birisi biraz bastırıp diğerini alta alınca, alttaki itin sahibi ve "sıkması kuvvetli" olan çoban üstteki ite değnekle iyi bir yapıştırıyor. Bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:


"Ulaan, baktım bizim iti boğuyor, meşe deynaanen şöyle nası hay geldiysem "Mauuuk" dedi (çenilemek denir bu çıkan acılı sese) ve bizim iti bıraktığı gibi bi gaçtı amma; anca mezerliğin oradan bir toz kalktığını gördüm, bi de baktım ki Tatar Aligilin damının başında ürüyor."
Bahsettiği mesafe, Huyuk denen köyün karşısındaki hüyük şeklindeki tepeden meyille köy mezarlığının yanından aşağıya inen ve sonra yeniden yükselen bir vadi ve köyün harman yerindeki bir evin damının üstü. Köpek o kadar korkmuş ki evin önünde değil damın başına çıkıp oradan ürüyor. Burası kuş uçumu en az 2 kilometre, normal yürüyüşle 5 kilomatreye yakın ve o köpek bu mesafeyi bir saniyede koşuyor ve sadece mezerliğin orada bir toz kalkıyor ayağının yere değdiğinin işareti olarak.


Bu hikayeleri derliyorum. Beklerim:)

RAILLIFE (SEYR-İ MÜLKİ 08.12.2016)

RAİLLİFE (SEYR-İ MÜLKİ 08.12.2016)

Karşımdaki Sincanlı amca yolun yarısını TCDD'nin trenlerdeki dergisinin adını telaffuz etmeye çalışarak geçirdi: "Raillife." 
Sonunda pes etti. 
Her deneme sonunda bu adı koyanlara ettiği hayır duasını yazamam buraya. 
Yanındaki genç hayatının en ilginç yolculuğunu yapıyor. 

Bir de THY'nin Skylife'ı var.

Bu arada bu İngilizce dergiyi okuyacak yabancıların trene binişleriyle ilgili Eskişehir ve Ankara garlarında İngilizce anons yok!

HIZLI DEDE (SEYR-İ MÜLKİ 09.01.2017)

HIZLI DEDE (SEYR-İ MÜLKİ 09.01.2017)

Trende, karşımdaki koltukta, yaşı yetmişi devirmiş amcayla, iyice devrilip yerle bir olmasın diye ona dayanak olmaya çalışan altmışı devirmiş teyze hızlı treni konuşuyorlar. 

Sevecen Teyze:
"-Bu trenler çok iyi oldu, bak ne kadar hızlı gidiyor."

Huysuz olduğu her halinden belli olan Amca:
"-Ne hızı? En fazla 250 km oluyor, o da on dakika kadar dürüyor. Sonra yine 150-170'le gidiyor."


Sevecenliği bir yana bırakmış Teyze:
"-İnatlık etme adam! Köyde eşekle komşu köye akşama kadar zor gidip geldiğin günleri ne çabuk unuttun?"


Yarım saattir tek kelime etmiyorlar!
SUÇÜSTÜ (SEYR-İ MÜLKİ - 09.01.2017)

İstanbul'a giden hızlı trende bulunduğum vagon ancak yarı yarıya dolu. 
Önünde masa bulunan koltukta oturuyorum ve çaprazımda sırtı gidiş yönüne doğru oturan orta yaşlardaki adamın boş olan yanındaki koltuğa bir hanım gelerek oturdu. 
Sonra adama döndü ve gayet sakin bir sesle sordu:

"- Hani tren doluydu da bana ancak bir bayan yanında yer bulabilmiştin? O yüzden ayrı ayrı koltuklarda oturmamız gerekiyordu? İstanbul'a kadar benden ayrı oturmayı kar sayıyorsun, öyle mi? Unutma bunu!"

Adam suçüstü yakalanan hırsız gibi sakin olmaya çalışarak cevapladı:


"-Ben almadım biletleri; büroda birine söylemiştim, o da böyle almış. Ben naapim?"


Bu gidişle akşama kadar konuşmazlar!

HALKA AÇIK TELEFON 2 (SEYR-İ MÜLKİ 09.01.2017)

HALKA AÇIK TELEFON 2 (SEYR-İ MÜLKİ 09.01.2017)

Gün akşam olmuş, trendeki insanlarda gözle görülür bir yorgunluk hali var. Uyuyan, ayakta uyuyan, uykuya direnen insanlar. Bir kısmı öğrenci. 

Vagonda çıt çıkmıyor, yalnız telefonda konuşan ve dilini yuvarlayarak konuşan, "ben" kelimesini, nasıl beceriyorsa, "ban" şeklinde telaffuz eden, bugün girdiği doktora tez izleme komitesinde yaşananları bütün vagonun heyecan içinde dinlediği, kendi kulağında sorun olduğu için herkesi sağır zanneden müstakbel bilim kadını hariç! 

O komite görevini iyi yapmamış! Doçent olan üye bilimden çok film peşinde anladığımız kadarıyla. Proflar da kolay ikna olmuşlar. Ne şanslı! 

Ayrıca erkek arkadaşını da çok ihmal ediyormuş dersler yüzünden!
Vagonda bir empati, bir empati, sormayın! Kızcağız neşelenince bakıyorum karşımdakilerde, yanımdakilerde bir gülümseme; kızcağız dertli konulara dalınca karşımdakiler, yanımdakiler sanki ben kötü bir şey demişim gibi bana asık suratla bakmalar...

Hepimiz merak içinde, birbirimizin gözlerine bakarak ayrılıyoruz trenden... Soru aynı: Ya yarın o alışveriş merkezine oğlan gelmezse?
AMBULANS ADAMLAR (SEYR-İ MÜLKİ -10.01.2017)

İstanbul'daki kar kış yüzünden Ankara'dan İstanbul'a doğru kalkmayı göze alan her uçak çok kıymetli, her kaptan çok cesur ve saygın bugün.

Bilet kontrolünü de geçip uçağa binmek üzere körükte kuyruk olan insanlar hafif soğuktan ürpererek bekliyorlardı.

O sırada arkada bekleyen bebekli bir anneye ve yanındaki küçük kızına nezaket sahibi bir beyefendi:

"-Bebeği üşütmeyin, zaten önceliğiniz var, siz buyrun geçin uçağa" dedi.

Anne teşekkür etti ve koridorun duvar tarafından kendisine yol verenlere teşekkür ederek ilerlemeye başladı.

Bir iyilik yapma fırsatı yakalamış olmanın heyecanıyla herkes yol verirken bebekli anne ve küçük kıza verilen "güvenlik şeridi" birden bunları izleyen "uyanıklarla" doldu.

Önümdeki iki gençten biri durumu özetledi:

"Aynı ambulansın ardına takılan arabalar gibi, bunlar da bebeği takip ediyorlar!"

Bir şey dikkatimi çekti; bu "takipçilerin" hiç biri bekleyen başkalarının yüzüne bakamıyor, ya yere ya da duvara bakıyorlardı!

Utanma duygusu hala var yani!
HALKA AÇIK TELEFON SOHBETİ (SEYR-İ MÜLKİ -10.01.2017)

Sabah Kızılay'dan havaalanına giden otobüse bindiğimde doğrusu bir kişinin bu kadar rahatlıkla, telefonda ve bağırarak anlattığı özel, iş, siyaset vb ilişkilerine muttali olmayı beklemiyordum.
Diyarbakır şivesiyle ve oturduğumuz arka sıralardaki koltuklardan şöförün de duyacağı bir tonla anlattıkları sayesinde Rusya'daki şirketin durumu, Ankara'da hangi bürokratın hangi siyasiyle arasının sıkı fıkı olduğunu, dün kimleri ziyaret ettiğini, gece hangi işkembecide çorba içtiğini ve otele vardığında ne kadar yorgun olduğunu öğrendik.
Arada böğrüne dirsek atarak uyardığı yanındaki arkadaşını da olaya katmak için telefondakine sordu:
"-Yanımda kim var biliyor musun?"
Karşıdaki Ankara'nın nüfusunu dikkate aldığımızda şansının beş milyonda bir olduğunu söylemiş olmalı ki ona ipucu da verdi:
"-Yok lo; bu hemşerimiz!"
Karşıdaki bunun nereli olduğunu unutmuş olmalı ki ipin ucunu biraz daha uzattı:
"-Diyarbakırlı oglım!"
Bilememiş olmalı ki artık adını söyledi yanındakinin. Beş on dakika sonra kapattı telefonu ve yanındakine telefonda iş ortağıyla konuştuğunu söyledi. Ortağının çok dürüst, duygusal ve hassas biri olduğunu, hemencecik ağladığını, bu kadar içten birinden kötülük gelmeyeceğini anlattı. Şirketin yönetimini de tamamen ona bırakmıştı.
Yanındaki ortağının adını sordu. O da filan kişi dedi.
Yanındaki şaşırarak "O mu ortağın? Bilirim ben onun duygusallığını, hassaslığını" dedi. "Benim de ortağımdı. Şimdi hem ben hem anam ağlıyor onun yüzünden!"
Telefondaki havaalanına kadar çıt çıkarmadı. Muhtemelen çok uzun bir süre de konuşamayacaktır, riskleri düşünmekten!

ACELECİ (SEYR-İ MÜLKİ - 13.01.2017)

ACELECİ (SEYR-İ MÜLKİ - 13.01.2017)

İstanbul Atatürk Havaalanı... 
Uçağa geçiş için son kontroldeyiz. Nereye giderse gitsin bütün yolcular yan yana dizili kontrol noktalarından geçiyor. Vakit biraz daraldı, yaklaşık yarım saat var kalkışa. Binişlerin başladığını ekrandaki "uçağa gidiniz-boarding" yazılarından anlıyoruz.
Önümde 4 kişi var, biri arada çıkarıp x-ray cihazından geçmesi için tepsiye koyduğu saate bakıyor ama sakin. Benden sonra da 4-5 kişi var; yani çok kalabalık değil.
Tam bu sırada nefes nefese kalmış, daha rahat koşmak ve nefes alabilmek için olsa gerek gömleğin üst düğmesini açmış ve boynunda takılı kravatı oldukça gevşetmiş, hafif kilolu, bir elinde küçük çantası, diğerinde paltosuyla memur olduğunu düşündüğüm biri sıradakileri geçerek en öne vardı:
"-Uçağım kalkıyor, izin verin geçeyim" dedi.
Sık sık saati kontrol eden adam birden parladı:
"-Geç kardeşim sıraya, hepimizin uçağı kalkıyor!"
Bu tepkiye diğeri de sert tepki verdi. Derken güvenlik devreye girdi, araladı. Sıradaki bizlerden izin alınarak acelesi olanın geçmesi sağlandı. Ondan iki kişi sonra da "saatçi" geçti. Biraz sonra da ben geçtim ve Ankara uçağı biniş salonuna vardım, kimse yok, bileti okutup uçağa geçtim. Ön kapıdan arkaya doğru ilerlerken baktım "aceleci memur" 7. sırada oturuyor. Ve tam arkasında da "saatçi!"
Benim yerim de 9. sıradaki cam kenarı.
Üçümüz de arka arkaya sıralandık. Meğer hepimiz Ankara'ya uçuyormuşuz.
Yalnız "aceleci" hala zor soluyor, "saatçi" de burnundan soluyordu

HATALIYSAM... (SEYR-İ MÜLKİ - 14.01.2017)

HATALIYSAM... (SEYR-İ MÜLKİ - 14.01.2017)
İstanbul... Dün...
Havaalanına gitmek için metrodayım. 
Ahmet Emminin bahçesinden elma çalıp kaçarken iğde dallarına takılıp yırtık yırtık olmuşa benzeyen pantolonlarıyla ve bu kış günü üzerlerine giydikleri, yıkanmış da çekmiş hissi veren yelekleriyle herkesin dikkatini çeken iki genç kız...
Karşı tarafta "keven saçlı", reklamlardaki "bonus"a benzeyen bir genç...
Kızlar delikanlıya doğru bakıp kendi aralarında konuşup kıkırdaşıyorlar...
Delikanlı ilgi odağı olmanın verdiği hoşluk ile "acaba bende komik bir şey mi var?" şüphesi arasında gidip geliyor...
Bir süre sonra delikanlı durakta inmek üzere -kızlara son bir bakış attıktan sonra- kapıya doğru yönelince sırtı bize döndü ve kızların neden güldükleri anlaşıldı.
Sırt çantasına kağıttan bir şerit yapıştırılmış ve üzerinde de "Hatalıysam ara: 05432.." yazısı okunuyordu.
Bunu gören bir kaç kişi daha gülümsedi ama kimse delikanlıyı uyaramadı. 
Durakta indi...
Kağıt şerit sallanıyordu sırtında.
Arkadaşları saçlarını kıskanmış olmalı!

SAZ TELİ (SEYR-iMÜLKİ -15.01.2017)

SAZ TELİ (SEYR-iMÜLKİ -15.01.2017)
Arabada TRT TÜRKÜ dinliyorum.
Bir türküden diğerine geçerken sunucu kızımız arada hap niteliğinde kısacık bilgiler veriyor.
Tam şu anda dedi ki "Türküler bir yerden başka yere taşındığında formatı, söylenişi değişir. Biz buna "VARYANT" adını veriyoruz."
Türkün müziği türkünün türlerini anlatmak için Türkçe bir kelime bulamayıp "varyant"ı bulanlar... Ben de sizi Allah'a havale ediyorum!
Geçenlerde saza tel alırken
"-Abi bu Avrupa tel, daha iyi ama biraz pahalı" diyen sazcı sorduğum,
"-Saz bizim, türkü bizim; Avrupa nereden biliyormuş saz telini?" sorumun cevabını düşünüyor hala!
Özenelim bakalım!

ANERŞİT! (SEYR-İ MÜLKİ - 16.01.2017)

ANERŞİT! (SEYR-İ MÜLKİ - 16.01.2017)
Ankara-İstanbul treni... Karşı koltuğa oturan saçı sakalı karışık, gözleri kakülleri arasından arada görünüp kaybolan ve kılık kıyafetine bakıp sadaka veresiniz gelen genç ortak kullanacağımız masayı öyle güzel düzenledi ki şaşırmamak mümkün değil!
Boyutları en fazla 80x100 cm olan masanın kendine düşen 1/4'üne önce büyükçe bir dizüstü bilgisayar, yanına bir defter, defterin üstüne bir kalem koydu.1/4'ün 3/4'ünü kaplayan bilgisayar dışında, kalan 1/4'lük alana elinde getirdiği ağzı kapalı plastik bardaktaki kahvesini diğer yana, pet şişe suyu ve bisküviyi kahvenin önüne, cep telefonunu bilgisayarın benden tarafına, önceden fişe taktığı şarj cihazının toplanmış kablolarının olduğu yere bıraktı.
 Masanın 1/4'lük kısmı 4/4'lük dolmuştu. Yan kısmı ve bizim önümüz boş olduğu halde hiç rahatsızlık vermeyecek şekilde kendi sınırları içinde hareket ediyordu.
Doğrusu "anerşit" görünümlü genç şaşırtıyordu.
Kulaklığını çıkarttı ve açılması için önceden düğmesine bastığı bilgisayara takmak için uzandığında bir türkü başlamıştı bilgisayarın müzik çalarından:
"Dünya umuruna meylini verme
Sen de kurtulmazsın ecel elinden
Ben filanım diye göğsünü germe
Sen de kurtulmazsın ecel elinden"
Sonra kulaklığı taktı, gözlerini kapattı, derviş gibi hafiften sallanmaya başladı...
Haftaya okkalı bir dersle başladık!

BİR KIŞ YOLCULUĞU (SEYR-İ MÜLKİ - 17.01.2017)

SEYR-İ MÜLKİ (17.01.2017)
BİR KIŞ YOLCULUĞU
Yıl 1994... Mevsim kış... Mersin'den Kayseri'ye gidiyoruz otobüsle. Sahildeki ılıman hava Tarsus sınırlarını geçerken soğumuş Pozantı'dan sonra artık karlar görülür olmuştu.
Bu güzergah Faruk Nafiz ÇAMLIBEL'in meşhur HAN DUVARLARI şiirinde geçen güzergahın başları idi:
"Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı..."
Kıvrım kıvrım yolları geçerek Ulukışla yol ayrımından döndük... Yollar artık buz idi. Otobüs sabit bir hızla tırmanmaya başladı yokuşu...
"Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya."
Ara not: Karlı buzlu yolda aracın hızıyla oynamamak gerek. Kurulu düzeni bozmak gibi olur sonuç: Ya kayar, ya patinaja (badanaj) geçer, ya bir şey olur. Aklınızda olsun. Sabit ve makul bir hızla, 2 veya 3.vitesle seyretmek lazım.
Bizim otobüs böyle giderken önündeki otomobil sürücüsü yukarıda yazdığımı okumamış olmalı ki birden patinaj yapmaya başladı. Çok yaklaşmıştık otomobile. Otobüs sollamak istedi ama karşıdan gelen arabayı da görünce mecburen durdu, otomobile çarpmamak için. Yolcular ve muavin inip öndeki otomobili ittiler, o gitti. Ancak bizim otobüs mümkün değil kalkamıyor yerinden. Buzda boşta dönüyor teker, hasbelkader dişi tutsa biraz asfaltı söküyor ama yine de kalkamıyor. Yırtıyor yeri... Ama nafile.
"Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına."
Çaresiz, geri geri ve ağır ağır yokuşu inmeye başladı şoför ki düzlüğe inip hızlanabilsin. Yaklaşık bir kilometre gitti böyle. Durdu ve ileri vitese attı, ama yine tam istediği gibi ileri atılmıyor koca araç. Dediler ki bütün yolcular arkaya yığılsın ki arka tekere yük binsin, dişi tutsun. Öyle yaptık. Tekerin dişi asfalta kadar iniyor ama yine tam hareket yok.
Muavin bize "siz arkada yığılı durun, ben tekerin altına battaniye atacağım" dedi ve o soğukta ince bir kıyafetle indi araçtan. Pencereden görüyorum, bagajdan çıkardığı bir battaniyeyi arka tekerin önüne serdi ve şoföre işaret etti sür diye. Şoför hafiften gaza bir bastı ve teker battaniyeyi aldığı gibi geriye fırlattı ancak biraz da kıpırdamıştı otobüs. Cevval muavin hemen yeniden serdi battaniyeyi önüne tekerin, yine fırlattı teker ve muavin yeniden toplayıp serdi. Bu arada teker buzda boşa dönüyor ama battaniye atınca azıcık ilerliyordu.
İş inada binmişti... Teker fırlatıyor muavin yeniden seriyor, teker fırlatıyor, muavin yeniden seriyor; azıcık hızlanıyoruz, muavin seriyor, teker fırlatıyor, sıra kime gelirse kendinden bekleneni yapıyordu... Derken patinaj yapmadan ilerlemeye başladı otobüs ve biraz sonra ikinci vitese geçti...
Evet ilerliyorduk, herkeste bir sevinç, şoföre, ustalığına övgüler... Ama asıl muavinin fedakarlığı alkışlanıyordu ki biri bağırdı yolculardan:
"Muavin dışarıda kaldı. Binemedi arabaya!"
Hayda!
Şoför de o karmaşada onu fark edememişti ve geriye doğru baktık ki muavin elinde battaniye koşup duruyor ama bizim durmamız mümkün değil. Biraz sonra o da bıraktı koşmayı zaten ve artık yırtılmış olan battaniyeye sarıldı, bize sırtını döndü ve yokuşun başladığı yere doğru geri gitmeye başladı. Şoför "bir arabaya biner gelir, duramam" diyordu, bir yandan gözü yolda.
Muavin artık görünmez olmuştu, biz de belli bir hızda gidiyorduk. Yokuş olduğu yetmezmiş gibi ileride keskin bir de viraj vardı, şoför en çok oradan korkuyordu.
"Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar"
Arabadakilerin maneviyatı güçlenmiş, ilahi düzenin sahibini sorgulayanlar tövbeye gelmiş, buradan sağ çıkılırsa kesilmesi vaat edilen kurban sayısı 30-40'ı bulmuştu. Şoförün korktuğu viraja varınca artık sesli dualar, tekbirler duyuluyor, kadınların en yakınlarındakilere sımsıkı sarıldığı görülüyordu. O virajı da geçtik ve önümüzde uzayan yokuşta tırmanmaya devam ettik.
Artık yokuşun başı görülüyordu, şartlar sebebiyle artık kader ortağı olmuş ve aralarındaki resmiyet kalkmış olan yolcuların hepsinde bir rahatlama, şükür ifadeleri, şakalaşmalar, sesli gülemeyenlerde gülümsemeler...
Tam yokuşu bitiryorduk ki tekerlerinde zincir takılı bir kamyon sollamaya geçti bizi; yanımızdan çok hızlı geçemediği için biz de kamyonu izliyorduk; birden gördük ki kamyonun şoför mahallinin yolcu kısmında bizim muavin oturuyor. Yolculardan onu fark edenler ona el sallıyor, alkışlıyorlardı. Muavin de camı indirdi ve muzaffer bir edayla battaniyeyi çıkarıp salladı bize doğru.
Yalnız tam otobüs şoförünün hizasına gelince battaniyeyi değil yumruğunu sallamaya başladı.
Şoför "çocuk kızmış bize herhalde, yokuşun başında iner kamyondan biz de alır devam ederiz yolumuza" dedi ön koltuklardakilere.
Biraz sonra yokuş bitmiş, önümüzde Faruk Nafiz'in dediği düzlük başlamıştı:
"Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi."
Muavini götüren kamyon uzaklaşmış, artık bir nokta gibi görünüyordu ufukta, ama görünürde muavin yoktu... Yokuş bitmiş, kamyon gitmişti ama muavin yoktu...
Şoför kafayı iki yana sallayıp gülümsedi kendi kendine... "Deli çocuk" diyordu, "deli çocuk, alırız bir battaniye, ne var o kadar kızacak.."
O sallanan yumruğun sebebi anlaşılıyordu artık...
"Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu? "
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende! "

ÇİN MALI (SEYR-i MÜLKİ - 18.01.2017)

SEYR-i MÜLKİ 18.01.2017
ÇİN MALI
2011 yılı...Mayıs ayı olmalı... İngiltere'deyiz bir proje kapsamında. Londra'nın meşhur alışveriş caddesi Oxford Street'e açılan ara sokakların birinde telefon aksesuarları satan bir işyerine girdim.
Tezgahtar konuşkan bir "çekik gözlü". Bizim gözde çekik biraz; ya ondan hemşeri görmüş olmalı ya da gözüne kestirdiği için (Kayserili olduğumu söylememiştim) adam birden "Kayserili tezgahtar" moduna geçti... Anlatıyor da anlatıyor. Neredeyse "iç bir yeşil çayımızı gadasını aldığım, malı da almazsan alma" diyecek!
Satacak illa.
En sonunda dedim ki "alacağım ama doğru söyle bu Çin malı mı, yoksa o markanın orijinal üretimi mi?"
Tezgahtar birden kahkahayı bastı: "Artık her şey Çin malı mister; ben bile Çin üretimiyim!"
Çin mallarının hepsi çakma değil demek ki, dürüst olanları da varmış! Bu "mal"ın samimiyetinden dolayı o "malı" aldım.

GÖMLEĞİN ÜST DÜĞMESİ (SEYR-İ MÜLKİ - 20.01.2017)

SEYR-İ MÜLKİ (20.01.2017)
GÖMLEĞİN ÜST DÜĞMESİ
"Ankara treni dördüncü peron beşinci yoldan kalkmak üzere" anonsu trene geçiş için son kontrollerin yapıldığı kuyruktakilerin biraz daha ileri doğru birbirlerini sıkıştırmalarına sebep oluyordu. Kontrol noktasını geçen her yolcu ağılın kapısı açılıp da çimlere doğru seyirten buzağı gibi trene doğru koşuyordu...
Gerçekten vakit daralmıştı ve yeri en son vagonda bile olsa insanlar bir an önce bu demir yılana kendilerini atıp işi garantiye almak için ilk vagona üst üste yığılıyordu.
Benim de yerim bu ilk vagondaydı. Bu akan yolcu kalabalığı içinde bindim vagona ama ne vagon!
İçerisi deniz yoluyla kaçmaya çalılan mültecilerin bindiği tekne gibi! İstiap haddini geçmiş, istif olmuş insanlar.
11/A koltuk numarasına kadar ancak tren hareket ettikten 10 dakika sonra vardım. Vardım ki koltuk dolu. Oturan gence "burası benim koltuk galiba" dedim. Genç "buyrun, geçin; benim ki de 5/A ama oraya biri oturmuştu, kalabalıkta yer değişemedik ben de burası boş diye oturdum" dedi ve artık koridoru boşalmış vagonda kendi koltuğuna gitti.
Ben yerime oturduktan sonra baktım ki vagonda bir dalgalanma başlamış... Gencin yerinden kaldırdığı orta yaşlı kişi 8. sıradaki koltuğa geldi, bileti oraya ait olmalı ki oraya oturdu ve onun kaldırdığı üniversiteli başka bir sıradaki koltuğa gitti, orada da aynı değiş tokuş...
Vagonda biri kalkıp biri oturuyor.. Meksika Dalgası gibi. Böyle sanırım 6 kişi yer değiştirdi. Sonunda duruldu dalga. Galiba ben başlatmıştım dalgalanmayı...
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince bu da kaçınılmaz olmuştu.

KAÇIŞ ÜSTÜNLÜĞÜ (SEYR-İ MÜLKİ 31.01.2017)

SEYR-İ MÜLKİ
31.01.2017
KAÇIŞ ÜSTÜNLÜĞÜ
Yoldayız... Anayoldaki kavşağa yaklaştığımız için yavaşlıyorduk. Önümüzde Karayollarına ait tepesi turuncu sirenli bir pick-up, onun önünde tepesi kırmızı sirenli bir jandarma minibüsü ve arkada resmi plakalı bir otomobilde de biz...
Şöförümüz birden bire arabayı hızlandırıp önümüzdeki yavaşlayan araçları solladı ve kırmızı ışıkta duran araçların en önüne geçip durdu.
Şoföre neden böyle yaptığını sordum.
"Efendim, arkadan gelen pancar yüklü tır sürekli selektör yapıyordu, hızlıydı; duramayıp bize çarpması ihtimaline karşı kaçtım, öne geçtim." dedi.
Gerçekten biraz sonra müthiş bir korna ve fren sesiyle tır sol yanımızdaki boş şeritte "kelle" kısmı anayola çıkarak güçlükle durabildi.
Geçiş değil "kaçış üstünlüğü" ile bir kazayı atlattmıştık.

İNEKLİK (SEYR-İ MÜLKİ 03.02.2017)

SEYR-İ MÜLKİ ‬
‪03.02.2017‬
‪İNEKLİK!
‪Sabah... Eskişehir'den vekalet ettiğim ilçeye doğru yoldayız.
Önümüzde eskiden köy ‬olup bir gecede "şehrin mahallesi" olan yerleşim yeri...
Köy/mahallenin girişindeki trafik levhasında bir inek tasviri!
"Dikkat; evcil hayvan çıkabilü!"
Aklıma kız kardeşimin anlattığı, bir arkadaşının ehliyet kursundaki bu levhaya ait yorumu geldi:
Müstakbel "trafik canavarı" kursta hocaya der ki "Hocam bu levha anlamsız; inek o levha olsa da geçer yoldan, olmasa da!"
Hoca sakinliğini korumaya çalışarak cevaplar:
"Evet, haklısın! İnek de senin gibi düşünüyordur muhtemelen; bu levha olsa da bu yoldan hızlı ve dikkatsiz geçer bazı İNEKler, olmasa da!"

ÖZEL SEKTÖR BÜROKRASİSİ (06.02.2015)

ÖZEL SEKTÖR BÜROKRASİSİ 
Bürokratik komedi sadece devlette değil, özel sektör de ondan aşağı kalmıyor. Elektrik faturasını hafife almamak lazım. Ne işlere yarıyor, bilemezsiniz. Üzerime kayıtlı olan Turkcell ve Avea telefon hatlarını abime devretmek istedim. Her ikisinin de müşteri temsilcisi bizden elektrik veya su faturası istedi. Sebebini sorduk;
-“Adres doğruluğunu teyit etmek için” dediler.
Ama kayıt yapılırken;
-“Telefon faturaları adres olarak elektrik faturasındaki adrese değil de vereceğimiz başka bir ev adresine gelsin” dedik.
-“Tamam” dediler. Söylediğimiz diğer adresi yazdılar. Beyanımıza güvendiler! Biz şaşkındık. Ama en az bizim kadar onlar da “şaşkın” anlaşılan. Bir şey istiyorlardı, ama başka şey yapıyorlardı. Akıllarını karıştırmamak için;
- “Faturadaki adresi kullanmayacaksanız neden fatura istediniz?” diye sormadık.
Bu hatlardan biri kontörlü hat idi. Hem bu hattı abime devretmek hem de faturalı hatta geçmesini istedik.
- “İki talebinizi birden alamayız” dediler.
- “Sebep?” dedik.
-“Öyle!” dediler.
“Peki” dedik.
Önce devir işlemini yapacaklarını daha sonra faturalı hatta geçiş olacağını söylediler.
- “Ona da peki” dedik.
- “Devir için elektrik faturası gerek” dediler. Verdik.
- “3-5 gün içinde devir olur” dediler.
- “Bekleriz” dedik.
- “Devirden sonra gelip faturalıya geçiş için tekrar müracaat edeceksiniz” dediler.
- “İyi.na’apalım!” dedik.
3-5 gün değil ama 7-8 gün sonra devir olduğuna dair mesaj geldi. Şükrettik. Allahtan, sadece hat devrediyorduk. Ya hat tesis etseydik? Sonra faturalı hatta geçiş için gittiğimizde tekrar elektrik faturası istediler.
- “Geçen hafta vermiştik” dedik.
- “Ohhoo!” dediler. “Yine verin” dediler.
- “E son faturayı size vermiştik” dedik. “Bir sonraki ay faturasını mı bekleyelim?” dedik.
 Bir şeyler dediler.
Anlamadık.
Sonra bir tanıdık girdi araya. Faturalıya geçiş talebimizi kabul ettiler.
Bizi de canımızdan ettiler.

SABUN (SEYR-İ MÜLKİ 08.02.2017)

SEYR-İ MÜLKİ
08.02.2017
SABUN
Geçen gün Eskişehir-Mihalıççık'ta imal edilmiş ve aşağıda fotoğrafı bulunan kil, zeytinyağı ve meşe odunu külünden oluşan "kil sabun"u paylaşmıştım. Bu sabah yolda fotoğrafı görünce aklıma başka bir sabun hatırası geldi.
Yıl 2014. Siirt'teyim görevli olarak. Giderken meslektaşlar Siirt'in defne sabunundan almamı tavsiye etmişlerdi. Saçlar için besleyici, doğal olduğu ve bir çok faydasından bahsederek.
Ben de tavsiyeye uymak için birgün şoförümüze:
"Siirt'in sabununu övüyorlar, dedikleri gibiyse bir yerden biraz satın alalım" dedim.
Şoför arkadaşımız gayet samimi şekilde:
"Valla ben çocukluğumdan beri kullanırım. İşte durum! Karar sizin."dedi bir eliyle "kabak kafasını" gösterirken.
Gerçekten çok iyi temizlemişti sabun kafayı, tek kıl bile kalmamıştı!
Biz de sabun almak yerine Tillo'ya gittik.