Simplicity

"Simplicity is not a simple thing."
"Basitlik basit bir şey değildir."
Charlie CHAPLIN

25 Kasım 2015 Çarşamba

İLHAN ÖĞRETMEN

24.11.2015

"Öğretmenler Gününden çok öğretmenlerin kendileri KUTLU olsun"
Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü… Kutlu olsun.
Oysa asıl KUTLU olanlar öğretmenler.
Ama sadece gerçek manada öğretmenler!
“Hayatta en büyük şans iyi bir öğretmene rastlamaktır.”
Bugünlerde internette dolaşan bu sözü benim söylemiş olmam lazım bir yerlerde…
Çünkü bu sadece düşünülerek bulunacak iyi bir cümle olmaktan öte bizzat yaşadığım bir gerçek.
Ben o şanslı çocuklardandım.
Benden bir yaş küçük kardeşimle sınıf arkadaşıydım.
Öyle ya köy yerinde çocuğun okul çağı tarla tapan, inek dana durumuna bağlıydı.
Sekiz yaşında yazıldığım ilkokula kışın büyüklerimizin açtığı “çiğir”i izleyerek, elimiz ayağımız donarak giderdik.
Herkes hergün birer tezek getirmek zorundaydı. Odun henüz icad edilmemişti bizim orada. Ağaç yoktu zaten.
Sonra o tezeğin üzerine gazyağı dökerek yakmaya çalıştığımız “dik soba” beş sınıfın bir arada ders gördüğü büyük dersliği dumanla doldururdu.
“Löbetçi öğrenci”nin en önemli göreviydi o sobayı sabah herkesten erken gelerek yakmak ve dersler bitene kadar canlı tutmak.
Tipiden “buymuş” ellerimizi sobanın etrafında toplanarak ısıtmaya çalışırken ayazdan sertleşip mukavva gibi olmuş yırtık, yamalı elbiseler sıcağı görünce önce hafiften yumuşar ve ardından buharlar çıkmaya ve en sonunda da damla damla sular akmaya başlardı.
Sınıfın soğuk havası kırılıp azıcık yüzümüzün kızarıklığı gittikten sonra pencereden köyümüze 2 km mesafeden gelecek İlhan Öğretmen’i gözlemeye başlardık.
Allah biliyor ya, “kar daha çok yağsa da gelmese bugün” diye çok düşünürdük.
Korkuyorduk biraz. Zira alışık olmadığımız bir disiplini vardı.
Emeğini esirgemiyor ama karşılığını da istiyordu.
İşte bu anlşama bize pek uymuyordu.
İlkokulu okuduğum köyümde, 5 yılda gördüğüm 10’dan fazla öğretmenin en sonuncusuydu.
4 ve 5. sınıfta bizi o okutmuştu.
Ondan önce kimler gelip geçmemişti ki. Asiller, vekiller, ücretliler, ücretini haketmeyenler….
Adlarını say deseniz 3-5 tanesi ancak aklımda kalmıştır.
Ama İlhan Öğretmen aklıma ve hayatıma unutulmayacak derin izlerle kazınmıştı.
Köyümüze ilk atandığında köyden bir ev kiralamış ve oraya yerleşmişti ailesiyle.
Ancak sığdırmadık onları köye.
Neler yapmadık, neler demedik ki arkalarından?
Dayanamadı, ikinci yılın başında 2 km uzaklıktaki Pazarören kasabasından ev tutup oradan gelip gitmeye başladı. Yaz-kış demeden her gün.
Oğlu Necati de sınıf arkadaşımızdı.
Disiplin ve ders söz konusu oldu mu en önce Necati yerdi “paparayı”.
Ben de az sigaya çekilmedim hani.
Köyde ilk onun arabasına binmiştik otomobil olarak.
Emektar Murat 124 bir gün tüm beşinci sınıftakileri toplayıp Pınarbaşı’na yatılı okul sınavına götürmüştü.
Ve muhtemelen beşinci sınıftakilerin tümü ilk kez o gün “kıymalı” yemişlerdi Pınarbaşı’nda İlhan Öğretmen’in kesesinden.
Necati ile ben Çiçekdağı Lisesinin yatılı ortaokul kısmını kazandık o sınavda.
Ve bizi rahmetli babamla beraber İlhan Öğretmen götürdü kayda.
12-13 yaşındaki çocukları bırakıp geldiler dağ başına.
Günlerce ağladık, burada okumayız diye.
Duyan kim?
İlhan Öğretmen arada ziyarete geldi ve biz ona bir şey diyemedik.
Okuruz dedik. Okuduk da…
Sonra…. Daha başka okulları da okuduk… Hala da okuyoruz…
-*-
Allah gani gani rahmet eylesin İlhan Öğretmen’e.
Biz ondan razıyız, Allah da ondan razı olsun.
Öğretmenler Günü kutlu olsun!
Öğretmenler Kutlu olsun!

23 Kasım 2015 Pazartesi

AĞRILAR ÜZERİNE BİR ÇEŞİTLEME

21.11.2015/ANKARA

Kelimeler… Bazen kurşun, bazen kaypak kelimeler. İkiyüzlü de değil onlarca yüzlü kelimeler. Aynı kelimeler ayrı ayrı anlamları nasıl ifade eder ki? Hatta tam zıt anlamları? Ama ediyorlar işte...Bakın! “Ağrı” kelimesi mesela…


“Ağrı nedir?” sorusuna “Doğu Anadolu’da bir ilin adıdır.” diye cevap verecekler hemen başka bir konuya geçebilirler. Onlara bu yazıda verilebilecek herhangi bir şey yok. “Ağrı, vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı” diye cevap verenler kalabilirler. En azında “gidiş yolundan” bir şeyler almaları mümkün. İşi vücuda bağlamak her zaman doğru cevap olmasa da “ağrı” ile ilgili kullanacağımız bazı ifadeler oradan geliyor.


Çok yüzlü kelimelerden biri “ağrı”. Yüzsüz olmasından iyidir bazen kelimelerin çok yüzlü olmaları.

“İlk göz ağrısı” derken ne kadar da duygusal, romantik, heyecanlı bir ruh halini ifade ediyor, değil mi? “Göz ağrısı”nın duygusalı mı olur demeyin. İnsanın “ilk göz ağrısı” ilk vurulduğu güzeldir; ilk doğan çocuğudur; ilk ekmek parası kazandığı işidir; ilk arabasıdır…. Sayın aklınıza gelen ilkleri... Neden “göz ağrısı” demişler, bilemem. Ama burada çok olumlu, sevimli, romantik bir anlamı var “ağrı”nın… İnsanın “sürekli ilklerim olsun da gözüm de ağrırsa ağrısın” diyesi geliyor.

Bir başka romantizm içeren ama “acılı arabesk” tadında olan “kalp ağrısı” var ki sözlük “Aşktan doğan üzüntü, yürek ağrısı” diye tanımlamış. Bu isim de bir de roman olduğunu hatırlıyorum. “Kalp ağrısı”nın romantizm dışında keder, sıkıntı anlamları da mevcuttur. Ama bugün çoğumuz “kalbim ağrıyor” diyen birinin aşk acısı çektiğini değil de kriz geçirmek üzere olduğunu düşünürüz nedense.

Geçelim “başağrısı”na. Bu daha çok istenmeyen, rahatsızlık veren, ısrarcı olan bir kişi veya ısrarla tekrar eden kötü bir durum için söylenir genellikle. “Baş belası” anlamındadır. “Ağrı” kelimesi burada gerçek anlamına daha yakın duruyor. En azında verdiği rahatsızlık itibarıyla. Özür de dilemiyor.

Bir başka ifade ise “karın ağrısı”. Bu ifade kullanılış itibarıyla biraz daha sokak diline yakın ve ifade ettiği anlam bakımından da “başağrısı”na göre daha fazla bir kızgınlığı yansıtır. Kızgınlık duyulan kişinin adına ek olarak veya onun yerine “genel zamir” olarak kullanılır. “O Hasan mı, ne karın ağrısıysa, söyleyin ona…..” yarım kalmış cümlesindeki Hasan birilerinin şimşeklerini çekmiş biridir ve artık tam bir “karın ağrısı”dır.

Karına göre baş daha önemli olduğuna göre “başağrısı” olan şey veya kişinin “karın ağrısı” olan şey veya kişiden daha önemli olması gerektiği hususu ulemanın var olan ihtilaflarına yenisini ekleyecektir. Girmemek lazım. Kimine göre karın baştan çok daha önemlidir; baş sadece yük oluşturuyordur gövdenin tepesinde. Kimine göre ise baş her şeyin başıdır; karın da dahil. Ya kalp? Ama vücudun organları arasındaki önem sırasıyla ilgili meşhur “müdür hangi organdır?” fıkrasını bilenler bana hak vereceklerdir.

Bu arada “ağrı” kelimesi başka dillerde de böyle anlamlarda kullanılmaktadır. İngilizce’deki “pain in the neck” deyimi birebir tercümesinde “boyunda ağrı (boyun ağrısı)” anlamına gelse de deyim olarak anlamı tam da bizdeki “başağrısı”, “baş belası” ifadelerine denk geliyor. (Bu İngilizler küfürlü kelimeleri çerez gibi kullandıkları için bu deyimin bir de “pain in the ass” şeklinde söylenişi var ki terbiyem müsaade etmediğinden anlamını yazamıyorum; meraklıları sözlük veya bilen birinden öğrenebilir anlamını.)

Benim asıl muradım “vücudun neresi ağrırsa ona ne ad verilir?” sorusuna cevap vermekten çok bu “ağrı”lar arasındaki değişim ve dönüşüme vurgu yapabilmektir. Ne mi kastediyorum?

Örneğin, -hiç temenni etmemekle beraber- bazen “ağrı”, ilk “göz”den başlayıp, “kalp”, “baş” oradan da “karın” bölgelerine yayılır. Bkz: “İlk göz ağrısı” önce “kalp ağrısı”na, sonra da hayatı boyunca çekeceği “baş ağrısı”na (aslında artık kronikleştiği için “migren” demek lazım) dönüşenler… İyi bakın etrafınıza, mutlaka vardır böyleleri. Hatta “baş ağrısı” olması artık kabullenilmişken zaman zaman alevlenen sorunlar sebebiyle “karın ağrısı”na (buna da “karına kramplar girmesi” demek lazım) dönüşen durumlar…

İyi, güzel, bunları yazdık… Haydi “tespit ettik” diyelim… De, sonrası? Bunları bilince ne kazanmış olduk, durup dururken ağrı var mı acaba diye başımızı, gözümüzü, kalbimizi, karnımızı dinlemekten başka?

“Ağrı” kelimesi zaten cana acı veren bir anlam ifade ediyor. Bunun önüne “ baş”, “kalp”, “karın”, “göz” gibi kelimeler koyarak yeni terkipler oluşturuyoruz. Anlamları farklı ve vurgulu. Ama bunların birbirlerinden mümkün olduğu kadar uzak tutulması lazım. “İlk göz ağrısı” olan bir şey veya kişi “baş ağrısı” veya “karın ağrısı” olanlardan uzak tutulmalı ki o da üzüm gibi onlara baka baka dönüşmesin. Ancak bu yeterli değildir. Bazen ne yaparsak yapalım “ilk göz ağrısı” o kadar etkili olur ki gözümüzü kör eder ve yavaş yavaş “kalbin pompalaması ile” “baş” ve “ karın” bölgelerine yayıldığını hissedemeyiz, göremeyiz. İşte migren ve kramplara giden gizli yol buradadır.

Ne yapacağız? Bilmem. Bilseydim yazdığım tecrübeye dayalı bu kadar “ağrı”yı çekmezdim. Aspirin falan iyi gelir mi bilemem ama vardır bir hal çaresi. Bir alternatif doktora gitmek. Kiminde göz doktoruna, kiminde kardiyoloğa, kiminde nöroloji veya dahiliye doktoruna, kiminde ise gönül doktoruna başvurmak lazım. Bu sonuncu branşla ilgili ihtisas veren üniversite yok henüz. O doktoru bulmak da biraz nasip meselesi. Başka bir alternatif ise fazla kurcalamamak. “Ağrıyası varmış ki ağrıyor.” Zira “ağrı” bazen iyileşmenin de habercisidir; yaraların kabuk bağlamaya başladığı dönemdeki gibi.

Ez cümle; Allah herkese gönlüne göre ama hayırlısını versin. “Ağrı” bazen çok hayırlı bir şeydir. Biraz sakin düşünün.